Kadınları çalışma yaşamından tamamen çıkardığınızda ve yetkinliklerinin çok altında kalmaya zorladığınızda ne olur?
Margaret Atwood’un futuristik romanı The Handmaid’s Tale, BluTV ekranlarında süren Hulu yapımı dizi sayesinde dünya çapında üne kavuştu. Kelimenin tam anlamıyla bir distopyayı anlatan dizi, kadının çalışma yaşamından tamamen çıkmasıyla oluşan derin karanlığı gözler önüne seriyor.
Eserin ve aynı adlı dizinin konusu kısaca şu: ABD’de Gilead adlı distopik bir bölge yaratılmıştır. Zaman içinde sessiz ve derinden değiştirilen haklarının tamamını kaybeden kadınların hiç bir söz hakkı bulunmayan bölgenin tüm yönetimi erkekler tarafından yürütülen bir konsey tarafından sağlanmaktadır. Asıl adı June olan ve yeni düzende Offred olarak çağrılan kadın kahramanın hikayesinin içinde ilerlerken, değişimin aslında çok belirgin sinyallerle başladığını hissediyoruz. Yavaş yavaş başlayan yasaklar, değiştirilen yasalar ve belli bir noktadan sonra müdahale edilemeyen bir otorite düzeni. Başarılı bilim kadınlarının, edebiyatçıların, sanatçıların, yöneticilerin, değişen düzende sadece hizmetçilik, damızlık ve işçilik yaptıkları karanlık bir distopya...
Eşitsizliğin gelebileceği en karanlık noktaya empati yapmak, kadının çalışma yaşamındaki öneminin bir kez daha farkına varmak ve adalet duygunuzu bir teraziye koymak isterseniz iyi bir seyirlik olabilir.