Sinema hayatın aynası. Sadece hayatı değil bazen hayalleri hatta hayalleri zorlayan ütopya ve distopyaları da yansıtıyor… İçinde bulundukları hikâyede kuralları bozan üç kadını sizin için bir araya getirdik.
Çikolata
Biraz masal biraz gerçek ama kesinlikle bir numaraya oturan bir kadın filmidir Çikolata. Küçük bir Fransız köyünde hayat tüm olağanlığıyla geçip giderken köye gizemli bir genç kadın ve kızı taşınır. Bu, kasvetli ve otoriter baskıyla yönetilen köy için bir dönüm noktası olacaktır. Çünkü bu kadın köye neşenin, mutluluğun ve zevkin sembolü çikolatanın satıldığı bir dükkân açar. Her türlü çikolatanın… Köyde bir anda çikolatanın kendisi bile nefret odağı haline gelir. Ama bilge genç kadın, çikolatanın çekim gücünden de yararlanarak köydeki tüm yaşamı değiştirecektir. Juliette Binoche’un ruh verdiği kadın karakter Vianne, kendi yaşam ve varoluş savaşını verirken kasabanın diğer kadınları için de bir ilham kaynağı olur. Bir kadın sayesinde artık hiçbir şey eskisi gibi değildir ve bu yeni hali eskisinden çok daha iyidir. İşte böyle bir film çikolata. Elbette bir parça aşk hikâyesiyle lezzet katılmış fakat yine de bir kadın filmi olarak anılmayı hak ediyor. Filmi izlemeden önce mutlaka bir parça çikolatayı yakınınızda bulundurun. Nasıl olsa bir noktada kalkıp alacaksınız!
Duyguların Rengi
Duyguların Rengi, toplumsal eşitsizliğin en rahatsız edici katmanlarından biri olan ırkçılığı da içeren eşsiz bir hikâye. Bir tesadüfler zinciri sayesinde bir araya gelen üç kadının hikayesini anlatan film, 1960’lar Mississippi’sinin katı kurallarını, ayrımcılık ve baskı dolu ortamını yansıtıyor. Aynı adlı çok satan bir romanın uyarlaması olan filmde, ten renklerinden dolayı hizmetçilikten başka bir iş yapma ihtimali olmayan siyahi kadınların yaşadıkları evlerde gördükleri farklı muameleler işleniyor. Kendisinden de ev kadını olması beklenirken üniversiteye gitmiş ve yazar olmayı aklına koymuş Skeeter adlı genç bir kız ise tüm bu insan öykülerini bir araya getirmeyi kafasına koyuyor ve siyahi kadınlarla gizli buluşmalar ayarlayarak konuşmaya başlıyor. Zamanla bir kız kardeşlik ruhuna bürünen bu konuşmalar, değişimi de başlatacak bir etki yaratıyor. Filmi izlerken hüzünleniyor, kızıyor, gurur duyuyor, mutlu oluyorsunuz.
Agora
Biraz da tarihe bakalım. Roma İmparatorluğu hâkimiyetindeki İskenderiye’de geçen filmde, bilinen ilk kadın matematikçi, astronom ve filozof olan Hypatia’nın hikâyesini izleyeceksiniz. Toplumsal kalkınma hedeflerinden biri olan ve gerçekleşmesi için 100 yıla yakın bir zaman geçmesi gerektiği araştırmalarca ortaya konan toplumsal cinsiyet eşitliğinden çok uzak bir dönemin hikayesi… Hypatia, kadın dendiğinde akla sadece çocuk bakan ve ev işleriyle ilgilenen insanların geldiği bir dönemde, İskenderiye Kütüphanesi gibi önemli bir kamusal alanda, tamamını erkeklerin oluşturduğu bir topluluğa ders veriyor. Tanrıya değil felsefeye inandığını yüksek sesle söylüyor, yıldızların hareketlerini izliyor ve bir bilim insanı olarak inandığı gerçeklerin önünde tüm gücüyle savaş veriyor. Agora, Hypatia’nın hikâyesinin zemininde çok daha büyük bir olayın filmi; İskenderiye Kütüphanesi’nin yıkılışının… Uzmanlar o dönemde bu kütüphanenin yıkılışını, günümüzde bir anda web teknolojisinin tüm içerikleriyle birlikte yok olmasına benzetiyorlar. Bilim insanı bir kadını yüzyıllar önceki bir savaşın içinde izlemek ise bugün yapılan çalışmaların ne kadar anlamlı ve önemli olduğunu fark etmek için büyük bir fırsat.