İş Dünyası ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği (SKD Türkiye) Yönetim Kurulu Başkanı Ediz Günsel ile sürdürülebilirlik ve paydaş kapitalizmi üzerine kapsamlı bir sohbet gerçekleştirdik.
Dünyadaki mevcut ekonomik sistem ciddi bir sorgulama sürecinden geçerken, sizce özel sektörün ve şirketlerin rolü nasıl değişiyor? Hissedar kapitalizminden paydaş kapitalizmine geçiş sürecinde şu an hangi aşamadayız?
Son yıllarda pandemi, iklim krizi ve gelir eşitsizliği gibi küresel krizler, alışılagelen hissedar kapitalizmini ciddi şekilde sorgulamaya açtı. Artık sadece hissedarları mutlu etmeye odaklanan bu sistemin sürdürülebilir olmadığı daha net görünüyor. Şirketlerin, sadece kârı maksimize etmek değil, aynı zamanda tüm paydaşlarına, yani çalışanlara, müşterilere, topluma ve çevreye değer yaratması gerektiği fikri giderek daha fazla kabul görüyor. Şirketler artık hem sosyal hem de çevresel sorumluluklarını göz önünde bulundurarak toplum refahına katkıda bulunacak iş modelleri geliştirmek zorundalar.
Bu süreçte şeffaf raporlama, tedarik zincirinde ESG (Çevresel, Sosyal ve Yönetişim) iyileştirmeleri, yapay zekanın kullanımı ve sosyal adalet gibi başlıklarda daha hızlı bir dönüşüm şart. Bu dönüşüm aynı zamanda ekonomik, çevresel ve toplumsal boyutlarıyla “üçüz dönüşüm” olarak da adlandırılıyor.
Hissedar kapitalizminden paydaş kapitalizmine geçişin hızını ise, Dünya Ekonomik Forumu’nun 2020’de başlattığı “Paydaş Kapitalizmi Göstergeleri”ne uyumla değerlendirebiliriz. İnsanlar, gezegen, refah ve yönetişim başlıkları altında toplanan 21 temel ve 34 genişletilmiş metrik, dünya genelindeki önde gelen finans, denetim ve reel sektör şirketleri tarafından destekleniyor. Türkiye’den sadece bir kurum bu metrikleri resmi olarak destekliyor ve ancak bazı şirketler, sürdürülebilirlik ve ESG çalışmalarında bu göstergeleri dikkate alıyor. Genel anlamda, geçişin henüz beklenen hızda olmadığını ve şirketlerin geleneksel iş yapış biçimlerini değiştirmelerinin zaman alacağını söylemek mümkün.
SKD Türkiye olarak bu süreçte nasıl bir rol üstleniyorsunuz?
Paydaş kapitalizminin ve ESG kriterlerinin, şirketlerin uzun vadede sürdürülebilir değer yaratmaları için temel olduğunu düşünüyoruz. Bu yaklaşımlar, yönetim kurullarının iş stratejilerini, risk yönetimlerini ve sermaye dağılımlarını hem finansal refahı hem de paydaşların çıkarlarını gözeterek yönetmelerine olanak tanıyor. SKD Türkiye olarak, bu iki önemli kavramı iş dünyasında daha yaygın hale getirmek için çalışıyoruz. Sürdürülebilir kalkınmayı desteklemek adına, kamu, özel sektör, akademi ve STK’larla işbirliği yaparak gerekli altyapıyı, projeleri ve araçları geliştirmeye odaklanıyoruz.
Dünya Sürdürülebilir Kalkınma İş Konseyi’nin (WBCSD) Türkiye’deki bölgesel ağı ve iş ortağı olarak, küresel sürdürülebilirlik vizyonumuzu üyelerimize aktarıyoruz. Çalışma gruplarımız aracılığıyla elde ettiğimiz bilgi ve deneyimleri paydaşlarımızla buluşturuyoruz. Bugün 14 ana sektör ve 45 alt sektörden 166 üyemizle, Türkiye’nin Gayri Safi Yurtiçi Hasılasının yüzde 28’ini oluşturan ve 1,1 milyon kişiye istihdam sağlayan büyük bir platform haline geldik. Üye şirketlerimizin “Net Sıfır Emisyona Ulaşmak”, “Doğa Pozitif Olmak” ve “Eşitsizlikleri Azaltmak” hedeflerinde ilerlemeleri için yeni işbirlikleri geliştiriyor, dijital araçlar sunuyor ve pek çok projeyi hayata geçiriyoruz. Sürdürülebilir finans, döngüsel ekonomi, doğal kaynakların korunması, atık yönetimi, raporlama ve toplumsal cinsiyet eşitliği gibi konulara odaklanan araç ve projelerimizle, üye şirketlerin bu alanlarda gelişmelerine destek sağlıyoruz.
Paydaş kapitalizmi odaklı sürdürülebilirlik yaklaşımı hangi zorluklarla karşı karşıya?
Paydaş kapitalizmi odaklı sürdürülebilirlik yaklaşımı, birçok zorlukla karşı karşıya. İklim krizi, doğal kaynak kıtlığı ve ekonomik dalgalanmalar, şirketlerin operasyonel süreçlerini etkileyerek, özellikle yenilenebilir enerji gibi büyük yatırımları riskli hale getirebiliyor. Tedarik zincirlerini sürdürülebilirlik hedeflerine uygun hale getirmek de maliyet artışına neden olabiliyor. Bu durum pandemi ve ekonomik dalgalanmalarla daha da zorlaştı. Ayrıca, dijitalleşme ve yapay zekâ yatırımları, özellikle KOBİ’ler için ciddi maliyet baskıları yaratıyor.
Ancak bu zorluklar, aynı zamanda önemli fırsatlar da sunuyor. Şirketler, bu süreçte daha yenilikçi ve verimli iş modellerine yönelerek uzun vadede hem çevreyi koruyacak hem de rekabet avantajı kazanacak adımlar atabiliyorlar. Dijitalleşme yatırımları, başlangıçta maliyetli olsa da uzun vadede maliyet düşürücü ve verimlilik artırıcı etkiler yaratabiliyor. Şirketlerin kısa vadeli kârlılık baskısıyla sürdürülebilir büyüme arasında denge kurma çabaları zorlayıcı olabilir, ancak bu süreç, yaratıcı ve dayanıklı iş stratejileri geliştirmenin de kapısını aralıyor.
Sürdürülebilir finans ve yeşil yatırımların geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Yeşil finansman, iklim dostu teknolojilere ve sürdürülebilir yatırımlara yönlendirilmesi gereken büyük bir fırsat sunuyor. BloombergNEF’in raporuna göre, 2025 yılı itibarıyla net sıfır hedefine ulaşmak hâlâ mümkün, ancak dönüşüm maliyetlerinin yüzde 19 artarak toplamda 215 trilyon dolara çıkması bekleniyor. Bu büyük maliyetin karşılanması için, özel sektör ve kamu arasında daha fazla işbirliği yapılması gerekiyor. "blended finance" dediğimiz karma finans modelleri, bu işbirliğinin anahtarı olabilir.
İklim dostu teknolojiler geliştiren firmalar ve dönüşüm sağlayan işletmeler için vergi indirimleri ve teşviklerin artırılması önemli. Ayrıca, kamu ve özel sektör bankalarının Yeşil Fon mekanizmalarını güçlendirecek bir koordinasyon birimine ihtiyaç var. Türkiye açısından bakıldığında, AB Yeşil Mutabakatı, Türk şirketlerinin karbon ayak izini azaltması ve sürdürülebilir üretim yöntemlerine geçmesi için kritik önemde. 2022-2040 yılları arasında özellikle elektrik, enerji, konut ve ulaşım sektörlerinde 482 milyar dolarlık yatırım yapılması gerekiyor.
Türkiye bu alanda önemli adımlar atmaya başladı. Türkiye Yeşil Fonu, 155 milyon dolarlık kredi ile kuruldu ve 2025-2027 Orta Vadeli Program kapsamında Yeşil Finans Stratejisi ve Eylem Planı devreye girecek. Önümüzdeki dönemde, yeşil projelere yatırım yapan şirketlerin finansmana erişimini artırmak amacıyla yeşil tahviller ve sürdürülebilirlik bağlantılı finansman araçları daha fazla teşvik edilecek. Özellikle yeşil/sosyal tahvil ihracı ve yeşil kredilerin menkul kıymetleştirilmesi ile yurtdışı piyasalardan uzun vadeli ve uygun maliyetli kaynaklar sağlanabilecek.
Ayrıca, çevresel ve sosyal sorumluluk sahibi kesimlerden sürdürülebilirlik için fon temin edilmesi ve uluslararası fonlara aracılık yapılması büyük fırsatlar yaratacaktır. Kamudan gelecek sermaye yeterliliği, teminat değerleri ve aracılık maliyetlerine yönelik destekler de yeşil finansın büyümesi için önemli adımlar olacaktır.
Dernek olarak biz de bu alandaki gelişmeleri yakinen takip ederek sürdürülebilir finans alanında politika gelişimine katkı sağlayacak şekilde 2013 yılından bu yana düzenli olarak Sürdürülebilir Finans Forumu’nu gerçekleştiriyoruz. Forumda, finans sektöründeki sürdürülebilirlik uygulamalarının sektör ve ekonomi üzerindeki etkileri ile çevre, sosyal etki ve kurumsal yönetim alanlarındaki risk yönetimi konuları finans sektörü ve reel sektör temsilcilerinin yanı sıra, uluslararası finans kuruluşlarından üst düzey yöneticileri ve ilgili Bakanların üst düzey katılımlarıyla ele alıyoruz. Bu yıl aralık ayında Forumun 10.cusunu düzenleyeceğiz.
Şirketlerin ESG stratejileri neden bu kadar önemli hale geldi? Şirketler bu performansı nasıl artırabilir?
Şirketlerin önümüzdeki iki yılda, tedarik zincirlerinde ESG (Çevresel, Sosyal ve Yönetişim) iyileştirmelerini hızlandırmaları şart. Üçüz dönüşüm dediğimiz; ekonomik, çevresel ve toplumsal dönüşümü hayata geçirmek, hem sürdürülebilir büyüme sağlamak hem de yenilenebilir enerji ve dijitalleşmeyi yeşil dönüşüme entegre etmek açısından kritik bir adım. Türkiye, AB Yeşil Mutabakatı çerçevesinde enerji verimliliği ve düşük karbonlu sanayi dönüşümüne ağırlık verirken, şirketlerin de bu süreçte ESG kriterlerini gözetmesi büyük önem taşıyor. Türkiye’nin ihracatının yüzde 40’ını AB ülkelerine yaptığını ve yaklaşan Sınırda Karbon Vergisi yükümlülüklerini düşünürsek, konunun Türk şirketleri açısından için aciliyetini anlamak zor olmaz. İşletmeler, markalarını geleceğe taşımak ve küresel dönüşüme uyum sağlamak için ESG risklerini belirleyip gerekli adımları atmak zorunda. Net-sıfır emisyona ulaşmak, doğaya verdiğinden fazlasını geri kazandırmak ve daha adil bir toplum için iddialı stratejiler geliştirmek artık her şirketin sorumluluğu.
Bu noktada, ESG performansını artırmanın ilk adımı, somut ve ölçülebilir hedeflerle güçlü bir stratejik çerçeve oluşturmak. En önemlisi, bu hedeflerin üst yönetimin desteğiyle kurumsal düzeyde benimsenmesi. Şirketler, karbon ayak izlerini azaltmalı, döngüsel ekonomi modelini benimsemeli ve su gibi kritik kaynakları sürdürülebilir şekilde yönetmeliler. Sosyal alanda ise, çalışan çeşitliliğini artırmak, kapsayıcı bir iş ortamı yaratmak ve toplumsal cinsiyet eşitliği sağlamak büyük bir öncelik olmalı. Türkiye’nin, Dünya Ekonomik Forumu’nun “Büyümenin Geleceği 2024” raporuna göre toplumsal cinsiyet eşitliği ve kapsayıcılık karnesi dünya ortalamasının altında. Şirketlerin bu alandaki sorumluluklarını yerine getirip, toplum için fayda sağlayan sosyal programlar geliştirmesi sosyal performanslarını artıracak önemli bir adım.
Yönetişimde ise en önemli konu şeffaflık. Türkiye, raporlama konusunda yeni bir döneme girdi ve Türkiye Sürdürülebilirlik Raporlama Standartları (TSRS) yayınlandı. 2024’ten itibaren bankalar, sigorta şirketleri, diğer büyük finansal kuruluşlar ve belli kriterleri karşılayan halka açık şirketler TSRS uyumlu raporlama yapması zorunlu hale gelecek. Ayrıca, güvence denetimi zorunluluğunun getirilmesiyle şirketlerin raporlama süreçlerindeki şeffaflık ve güvenilirlik daha da artacak. Bu gelişmeler, şirketlerin raporlama performanslarını iyileştirmesi ve sürdürülebilirlik yolculuklarında daha güvenilir adımlar atması için büyük bir fırsat sunuyor.
SKD Türkiye olarak sürdürülebilirlik çalışmalarımızda raporlama büyük bir öneme sahip. Finansal ürünler ve hizmetler odak alanımız çerçevesinde, Türkiye’ye kazandırdığımız Reporting Matters metodolojisi ile iş dünyasına sürdürülebilirlik raporlaması konusunda rehberlik sunuyoruz. 2017’den beri PwC Türkiye ile işbirliği içinde, çatı kuruluşumuz WBCSD ve Birleşik Krallık’tan danışmanlık firması Radley Yeldar tarafından geliştirilen bu metodoloji kapsamında, üyelerimizin finansal olmayan verilerini içeren raporlarını daha etkili hale getirmek amacıyla sürdürülebilirlik ve entegre raporlarını değerlendiriyor ve geri bildirimler sağlıyoruz. Bu yıl, Reporting Matters projesinin yedinci raporunu Eylül ayı sonunda kamuoyuna duyurduk. Geçen yıla göre katılımcı üye şirketlerimizin sayısında 1,5 kat bir artış yaşanmasından memnuniyet duyduğumuzu belirtmek isterim.
Türkiye'de kamu, özel sektör ve STK işbirliği nasıl değerlendiriliyor?
Dünyada ve Türkiye’de yenilenebilir enerji, yeşil finansman, döngüsel ekonomi, tarım-gıda, inovasyon ve sosyal içerme alanlarında kaydedilen ilerlemeler oldukça umut verici. Ancak zaman daralıyor ve bu alandaki çabaların hızlanması gerekiyor. Yeşil dönüşümün sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşması için politika yapıcılar, iş dünyası, sivil toplum ve bireyler olmak üzere tüm kesimlerin işbirliği içinde hareket etmesi şart.
Türkiye’de sürdürülebilir kalkınma adına önemli yasal düzenlemeler yapılmış durumda. Özellikle Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, çevresel sürdürülebilirlik ve iklim politikaları konusunda öncü bir rol üstleniyor. 2021’de Türkiye’nin Paris Anlaşması’nı onaylaması ve Yeşil Mutabakat Eylem Planı, sıfır karbon hedefine yönelik atılmış önemli adımlar. Bu süreçte yerel yönetimlerle merkezi idare arasındaki işbirliğinin güçlendirilmesi de büyük önem taşıyor.
Yeşil dönüşüm için finans sektörü de kritik bir rol oynuyor. Merkez bankaları, maliye ve ekonomi bakanlıkları, düzenleyici kurumlar ve borsalar gibi birçok aktörün dahil olduğu işbirliklerinin teşvik edilmesi şart. Özellikle KOBİ’lerin bu dönüşüme uyum sağlayabilmesi için teşviklerle desteklenmeleri gerekiyor.
Sivil toplum kuruluşları da sürdürülebilir kalkınma hedeflerinin uygulanmasında kilit rol oynuyor. Eğitim, kadın hakları, çevre koruma ve sosyal eşitlik gibi alanlarda önemli farkındalık yaratıyorlar ve sahada çözüm üretiyorlar. Ancak STK’ların kamu ve özel sektörle daha fazla işbirliği yapması için fırsatlar artırılmalı.
SKD Türkiye olarak biz de bu alanda öncü bir rol oynuyoruz. İş dünyası, kamu, üniversiteler, STK’lar ve yerel yönetimlerle ortak projelerde işbirliği yaparak, yeşil dönüşüm yolunda somut adımlar atıyoruz.
SKD Türkiye olarak önümüzdeki dönemde hangi alanlara odaklanıyorsunuz?
2024-2027 stratejimizi “yeşil odaklı büyümenin öncüsü olmak” şeklinde belirledik. Bu doğrultuda döngüsel ürünler, tarım-gıda, finansal ürünler ve değer zincirinde dönüşüm olmak üzere dört ana alanda çalışmalarımıza devam ediyoruz. Bu projelerin mutlaka karbonsuzlaşma, doğa ve eşitlik ilkelerine uyumlu olmasına özen gösteriyoruz. Yeşil dönüşümün öncüsü olma hedefiyle yeni projeler geliştiriyor, sürdürülebilir kalkınma odağında daha fazla şirketle işbirliği yapmayı planlıyoruz.
Röportajı HBR Türkiye web sitesinden okumak için tıklayınız.