22 Mart Dünya Su Günü:
Yaşamın Temel Kaynağına Farklı Bir Bakış
Birleşmiş Milletler, su ve su kaynaklarının doğru yönetimi konusunda tüm dünyada farkındalık yaratmak için 1992 yılında Rio de Janerio'da düzenlenen konferansta 22 Mart gününü, Dünya Su Günü olarak ilan etti. Bu çerçevede her yıl düzenlenen paneller, konferanslar ve çeşitli etkinliklerle çağımızın bu önemli sorunu, tekrar hatırlatılarak, çözüm önerileri sunuluyor.
Ancak yeryüzündeki tüm canlıların vazgeçilmezi olan su ve kaynaklarının kullanımı hakkında hassasiyetimizi göstermek için sadece bir günü beklememiz, maalesef yetersiz kalmaya devam ediyor.
Geçtiğimiz Şubat ayında Davos’ta gerçekleşen Dünya Ekonomik Forumu’nun ardından Global Riskler Raporu yayınlandı. Bu rapora göre su krizi, gelecek 10 yılda çok etkili olarak 5 risk listesinde yer alıyor.
Günümüzde 2,6 milyar insan yeterli hijyen olanaklarından mahrum; 884 milyon insanın ise temiz suya erişimi bulunmuyor. Dünya nüfusunun altıda biri, günlük ihtiyaçları olan 50 litre temiz suyu karşılamak için güvenilir bir kaynağa sahip değil.
Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri Bağlamında Su
Yeterli ve uygun kalitede suyun varlığı; tatlı su ekosistemlerinin, insanlığın, gıda güvencesinin ve sürdürülebilir kalkınmanın temel unsurudur. Birleşmiş Milletler tarafından belirlenen “Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri”nde önemli bir yere sahip olan su sorunu, hedeflerin altıncı maddesini oluşturuyor. “Temiz Su ve Sıhhi Koşullar” başlıklı maddede herkes için suyun ve sıhhi koşulların erişilebilirliği ve sürdürülebilir yönetiminin güvence altına alınması öncelikli hedef olarak açıkça belirtiliyor.
Su kıtlığı, dünya genelinde insanların %40’tan fazlasını etkiliyor; iklim değişikliği sonucunda küresel ısınma nedeniyle, zaten kaygı verici düzeyde olan bu oranın daha da yükseleceği tahmin ediliyor. Hesaplanan olası tablolar gösteriyor ki, 2050 yılında her dört insandan biri, yaşanan su sıkıntısından etkilenecek. Bu anlamda, “Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri”ndeki altıncı maddenin temel amacı; 2030 yılına kadar herkesin, güvenilir ve erişilebilir içme suyuna, evrensel ve eşit biçimde erişiminin güvence altına alınmasıdır.
Mevcut üretim, tüketim ve uluslararası ticaret şekilleri; başlarda sadece nehir havzalarını etkileyen yerel bir konu olarak görülen su sorununu, bölgesel ve küresel düzeyde değerlendirilmesi gereken bir zemine taşıdı. Ekosistemlerin sınırlarının ülke sınırlarından çoğu yerde farklılık göstermesinden dolayı; sınır aşan sular ve kirlilik taşınması konusu da yakın zamanda dünya ekonomi politik gündemin önemli bir noktasında kendine yer bulmuş durumda. Sektörler arasında verimlilik oluşturarak ekonomik bağlantıları kurmak ve geleceği bu çerçevede planlamak; kalkınmanın çevresel, ekonomik ve sosyal açıdan sürdürülebilir bir biçimde gerçekleşmesini sağlayacağı ön görülmektedir.
Tükettiğimiz tarımsal ve endüstriyel ürünler de su kaynakları üzerinde her geçen gün artan bir baskı yaratmaktadır. Her gün içtiğimiz meşrubatlar, giydiğimiz kıyafetler ya da kullandığımız aksesuarlar vb üretim proseslerinde suyun -az ya da çok- kullanarak üretildiği tüketim ürünleri. Yakın zamana kadar, su yönetiminde üretim ve tedarik zinciri boyunca gerçekleşen su tüketimi ve kirliliği pek dikkate alınmıyordu. Ancak artık iş dünyasındaki birçok şirket, su ayakizini firma bazında, sonrasın proses bazında tespit etmeyi önceliğine almış durumda.
Dünyanın "Su Ayak İzi"
Kesin sonuçlara ulaşmamızı mümkün kılan bu kavramlar, ihtiyaç duyulan su miktarını, hem tedarik zinciri boyunca gerçekleşen süreç hem de tüm yönleriyle düşünebilmemizi sağlıyor. Suyun tarımsal ve endüstriyel ürünlerdeki gizli boyutuna baktığımızda; su ayak izi değerlendirmesi, sadece yaşam biçimimiz için ne kadar su gerektiğinin tam bir resmini çizmekle kalmıyor; ekonomimizin farklı su alanlarına bağımlılığını da hem mekansal hem zamansal boyutlarıyla çok daha iyi kavramamızı sağlıyor.
Türkiye'nin Su Tüketimi
Ülkemizdeki üretim ve tüketiminin %80'inin iç su kaynaklarına dayandığını düşündüğümüzde, tatlı su kaynaklarının sürdürülebilirliği ülke ekonomisini doğrudan etkilemektedir. Ülkemizdeki su ayak tüketiminin %89’luk kısmını tarım oluştururken, %7'si evsel, %4'ü ise endüstriyel izidir.
SKD Türkiye olarak Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü, Doğa Koruma Merkezi ve Yaşama Dair Vakıf'ın işbirliğiyle hazırlanan Türkiye'de Suyun Durumu ve Su Yönetiminde Yeni Yaklaşımlar: Çevresel Perspektif raporunu 2014 yılında yayınlamıştık.
Bu raporda, gelişmiş ülkelerde ortalama kişi başı günlük su tüketimi 500-800m3 olduğu, su kıtlığı çekilen bölgelerde bu sayının kişi başı günlük 20-60 metreküp mertebelerine kadar düştüğü ifade edilmiştir.
Aynı raporda DSİ’nin 2009 yılında yayınladığı bir çalışma alıntılanarak Türkiye’nin 2030 yılı itibarıyla yaklaşık %40’ının su stresi altında olacağı, bazı bölgelerin de su fakiri olarak tespit edilmesi riskinin olduğu ifade edilmiştir.
İklim değişikliği öngörüleri Akdeniz Havzası’nın (Türkiye dahil) sıcaklık artışından ve yağış azalmasından ciddi bir şekilde etkileneceğini göstermektedir. Bu durumun su stresini artırması ve kuraklıkların daha sık ve ciddi boyutta yaşanmasına yol açması, bunun sonucunda ise su kıtlıklarının, orman yangınlarında artışların, biyolojik çeşitlilik kaybının, tarım ve turizmde ciddi gelir kaybının yaşanacağı tahmin edilmektedir.
Ülkemizde yaşayacağımız olası su sorunu, aslında hepimizi hem sosyal hem de ekonomik düzeyde etkileyecek. Azalan kaynaklarla birlikte ekosistemimizi de tehlikeye sokuyoruz. Temiz suyun gıda güvenliğini doğrudan etkilediği de düşünüldüğünde, toplum sağlığı açısından da büyük bir tehditle karşı karşıya kalabiliriz. Su sorununun ekonomik boyutlarını ele aldığımızda; endüstriyel üretim kapasitemiz de azalan kaynaklarla birlikte düşebileceğini söyleyebiliriz. Bu da muhtemel işsizliklerin önünü açabilir.
İş Dünyasına Öneriler
Ülkemizde su kullanımının büyük oranın tarımsal kullanıma ayrıldığının farkında olmakla beraber, iş dünyasının toplumda değişim yaratabilen bir konumda olması, SKD Türkiye’nin su ile ilgili işbirliklerini / çalışmaları her zaman öncelikli olarak ifade etmesinin temel sebebidir.
SKD Türkiye’nin çeşitli vesilelerle farklı mecralarda iş dünyasına yönelik verimli su yönetimi yaklaşımlarını özetle şu şekilde sıralayabiliriz.
- Üretim aşamasında su kıtlığına sebebiyet verebilecek risk faktörlerini tespit etmek ve raporlamak.
- Üretim tesislerini, suya erişimi ve yerel su kapasitelerini göz önünde bulundurarak havza ölçeğinde stratejik planlama yapmak.
- Stratejik planlamalara; su verimliliği, atık su geri dönüşümü ve su kirliliği faktörlerinin minimuma indirgenmesi alanlarında gerekli aksiyonları dahil etmek.
- Su verimliliği sağlayan endüstriyel üretim sistemlerine ve ekipmanlarına yatırım yapmak.
- Su ayak izini hesaplamak ve bu anlamda bir hedef belirleyerek stratejik yaklaşım geliştirmek.
- Herbir ürünün tekil olarak su ayak izini hesaplamak ve gerekli düzenlemeleri yapmak.
- Ürünlerin kullanım süresi değerlendirmesini yapmak ve bunu şeffaflıkla beyan etmek.
- Nihai ürünün su tüketim ve su kirliliği değerlendirmesini yapmak; bu doğrultuda akılcı hedefler belirleyerek durumu kontrol altına almak.
Tabii firmalar özelinde alınabilecek bu birbirinden değerli aksiyonların çarpan etkisini artırmak da yine iş dünyasının elinde. Tedarikçileriniz üzerinde etkinizi göz önünde bulundurarak onları da su verimliliği yüksek ürünler yapmaları konusunda teşvik edebilirsiniz. Diğer bir yandan toplumu su tüketimi konusunda daha bilinçli hale getirmek için; düzenleyici politikaların örnek takipçisi olabilir, sivil toplum kuruluşlarının, üniversitelerin ve hükümetin konuyla ilgili aksiyonlarında destekleyicisi olabilirsiniz.
SKD Türkiye tarafından geçtiğimiz hafta tamamlanan, üyelerin sürdürülebilirlik raporlarının analiz edildiği Reporting Matters 2017 Türkiye raporuna göre, Reporting Matters 2017 kapsamında sürdürülebilirlik raporu incelenen SKD Türkiye üyesi 23 firmadan 16’sının su konusunu değer zincirinde yüksek önem teşkil eden maddelerden biri olarak belirlemesi, su verimliliği açısından henüz yeterli olmasa da iş dünyasının konuya yaklaşımını göstermesi açısından çok önemli.