İnsanlık tarihindeki küresel sosyo-ekonomik değişimin en kritik faktörü olan tarım, günümüzde iklim değişikliğinden ve demografik gelişmelerden en fazla etkilenen sektörlerden biri olarak karşımıza çıkıyor. Dünya Ekonomik Forumu’nda yayınlanan ve detaylarını Davos Zirvesi ile ilgili yazımızda incelediğimiz 2018 Küresel Riskler Raporu’nda belirtilen ve dünyanın geleceğini ciddi şekilde tehdit eden beş küresel riskin neredeyse tamamı tarım ve gıda güvenliği konularıyla doğrudan ilintili.
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), teknolojik gelişmeler sonucunda tarımsal üretimin son 50 yılda %170 arttığına işaret ediyor. Örgütün tahminlerine göre, 2050 yılındaki gıda talebini karşılamak için tarımsal üretimin, 2005-2007 senelerine göre %60 artması gerekecek. Sürdürülebilir tarım, bu çerçevede, gıda güvenliğini garanti altına almanın, sağlıklı ekosistemleri beslemenin, toprağın, suyun ve doğal kaynakların sürdürülebilir yönetimini desteklemenin yolu olarak ortaya çıkıyor.
Ancak böyle bir bütüncül yaklaşım ile doğal kaynakların üzerindeki en büyük tehditlerden olan çölleşme ve erozyon ile mücadele edebilir; tarımdaki olumsuz çevre koşullarını azaltarak, istenilen üretim artışını gerçekleştirebiliriz.
Birleşmiş Milletler tarafından 1994 yılında “Dünya Çölleşme ile Mücadele Günü” olarak ilan edilen 17 Haziran’da bu senenin odak noktası “toprakların gerçek değeri” idi. Birleşmiş Milletler Çölleşmeyle Mücadele (UNCCD) internet sitesinden yapılan açıklamada, suyu arındıran ve besin kaynağı olan toprakların sadece ekonomik değer taşımadığı, yaşam biçimlerini ve kültürleri belirlediği vurgulandı; hızlı nüfus artışı ve değişen tüketim modellerinin sınırlı toprak kaynakları üzerinde aşırı baskı oluşturduğunun altı çizildi.
Türkiye için de durum pek farklı değil. Ekosistemimiz rüzgar erozyonu ve çölleşmeye çok fazla duyarlı. Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın 2015 yılında çıkardığı Türkiye'nin çölleşme risk haritası da bunu destekler nitelikte. Haritaya göre Türkiye'nin yaklaşık yüzde 47’si orta ve üzeri “çok yüksek risk” grubunda yer alıyor. Birleşmiş Milletler de Türkiye'nin durumunu “hassas” olarak değerlendiriyor.
“Bugün üretilen gıdanın %95’i topraktan geliyor. Toprağı korumak, yaşamı korumak ve sürdürülebilirliğin temelini tesis etmektir.”
Aşırı tarım uygulamaları, aşırı otlama, ormansızlaşma, yanlış sulama uygulamaları vb. faaliyetler verimli toprakları kurak topraklara çeviriyor. Gıda ve su güvenliği, karbon emisyonları, biyoçeşitlilik kaybı ile siyasi ve sosyal risklerle doğrudan ilintili olan toprak bozulumunun ekonomilerimiz ve toplumlarımız üzerinde önemli bir etkisi bulunuyor. . İşletmeler açısından ise, toprak bozulumu azalan verimlilik ve artan maliyetler neticesinde kârlılığın azalması anlamına gelebiliyor. Bu durum, piyasa erişimine ilişkin riskleri de arttırıyor. Tüm bunlardan dolayı sürdürülebilir tarım kavramının her geçen gün, tarımsal süreçte yer alan aktörlerin gündeminde daha fazla yer aldığını görüyoruz.
Gerekli aksiyonların alınması ve küresel ölçekte işbirliği ortamını oluşturabilmek adına 2015 yılının Eylül ayında, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun “2030 Sürdürülebilir Kalkınma Gündemi” kapsamında Arazi Bozulumunun Dengelenmesi (LDN) ile ilgili 15.3 sayılı Sürdürülebilir Kalkınma Hedefini (SKH) kabul etmesi, önemli bir dönüm noktasıdır. Aynı yıl düzenlenen BM Çölleşmeyle Mücadele Sözleşmesi 12. Taraflar konferansında, arazi bozulumunun dengelenmesi için gelecek 15 yılda neler yapılması gerektiğini ortaya koyan “Ankara Deklarasyonu” ile iş dünyasının ortak hareket etme kararı alması, sahada büyük çaplı yatırımların ve somut eylemlerin hız kazanmasını sağladı.
Deklarasyonu destekleyen ve arazi bozulumunu durdurmak ve/veya tersine çevirmek için arazi kullanımı planlarını ve sürdürülebilir arazi yönetimi uygulamalarını teşvik edeceklerini taahhüt eden firmalar, faaliyetlerini yürütürken aşağıdaki konuları temel alıyor:
- Sürdürülebilir tarım yoluyla tarım ve tarımsal ormancılık arazilerinin korunması
- Sürdürülebilir orman yönetimi
- Biyoçeşitliliğin ve ekosistemlerin korunması
- Havzaların korunması
- Atık su yönetimi
- Atık miktarının azaltılması
- Salgın hastalıklar ile mücadele
- Zirai mücadele
- Rüzgar, güneş ve biyokütle enejisi kullanımının artırılması
- Sürdürülebilir turizm yatırımları ve doğal altyapının arazi kullanım planlarına entegre edilmesi
Sürdürülebilir Tarım: Tehdidi iş dünyası için potansiyele çevirmek mümkün
Tüm paydaşların katılımı başarı açısından hayati olmakla birlikte, iş dünyasının dinamizmi ve üretimden tüketime uzanan değer zincirini etkileme kapasitesi ile farklılaştığının bilinci ile SKD Sürdürülebilir Tarım Çalışma Grubumuzun hazırladığı “Sürdürülebilir Tarım İlkeleri” çalışması, Türkiye’de özel sektörün konunun çevresel, sosyal ve ekonomik boyutlarını ele alarak geliştirdiği ilk çalışmalardan biri. Sürdürülebilir tarım alanında tarım arazilerinin, üreticilerin, çevrenin ve doğal kaynakların korunmasını geliştirecek sistem ve uygulamalar konusundaki farkındalığı artırmayı hedeflediğimiz bu çalışmamızda kapsamlı bir bakış açısı ile, konuyu iş dünyasına yol haritası olacak 3 başlık altında detaylandırdık:
- Tarım ve Çevresel Sürdürülebilirlik
- Tarım ve Sosyal Sürdürülebilirlik
- Tarım ve Ekonomik Sürdürülebilirlik
Tarımın hayvancılık, tekstil ve enerji ile olan yakın ilişkisi göz önüne alındığında tarımsal faaliyetler kapsamında yetiştirilecek ürün ve türlerin seçiminden fosil yakıtlara olan ihtiyacı azaltacak yenilenebilir enerji kaynaklarının öne çıkarılmasına; lojistiğin optimizasyonundan sağlıklı ürünlerin arzına; toprak verimliliğini sürekli kılacak gübre kullanımlarına; biyoçeşitliği ve su tasarrufunu güçlendirecek uygulamalardan atık yönetimine değin uzanan faaliyetlerin, Türkiye tarımının sürdürülebilir kılınmasında son derece önemli bir yeri var. Bunun yanı sıra tarımda teknoloji kullanımının yaygınlaşmasıyla sağlanabilecek verim artışı da çok önemli boyutlardadır. IoT, robotik ve uzaktan yönetim teknolojilerinin kullanılması iş gücüne pratik bir alternatif sunarak üretim maliyet unsurlarını azaltırken, ürün kalitesini de artırmaktadır.
“Tarım ürünlerinin elde edilme süreçlerinde kullanılan zirai ilaçlar, gübre ve hormonların artan sağlık sorunlarıyla ilişkisi giderek daha fazla tartışma yaratıyor.”
Değişen küresel ve yerel koşullar doğrultusunda güncelleme çalışmalarına devam ettiğimiz “Sürdürülebilir Tarım İlkeleri”ni 12 Ekim 2018’de tarım odağında faaliyet gösteren kamu, iş dünyası ve sivil toplum temsilcilerinin katılımıyla gerçekleştireceğimiz etkinliğimizde lanse edeceğiz.
Doğa, geleneksel tarım faaliyetlerine daha fazla dayanamayacağının sinyallerini belirgin bir şekilde veriyor. Buna bağlı olarak ortaya çıkan ekonomik problemlerden minimumda etkilenmek isteyen şirketler ise; sosyal açıdan yaşanabilir, finansal açıdan karlı ve verimli, insan sağlığını koruyan, hayvan sağlığına ve çevreye önem veren tarımsal uygulamalara geçenler olacak. SKD Türkiye olarak, şirketlerin sürdürülebilir tarım ilkelerini benimseme sürecinde üyelerimize değer katmaya devam edeceğiz.
Kaynaklar